açık
Dil: Türkçe
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı
- Açık pencereden, pastırma yazının mavi ışıkları girmekte.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Engelsiz, serbest olan
- Açık yol.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Örtüsüz, çıplak olan
- Yolcuların hepsi indikten sonra Mehmet Akif göründü, beni açık başıyla selamladı.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
İçinde veya üstünde hiçbir şey bulunmayan
- Kâğıtta açık yer kalmadı.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Görevlisi olmayan, boş (iş, görev)
- Açık adımlarla.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Aralığı çok
- Bazı dükkânları açık olan caddeden sola saptılar.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Çalışır durumda olan
- Açık, dobra sualleriyle karşısındakinin en azından keyfini kaçırır.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Kolay anlaşılır; vazıh
- Her çeşit kafa ve gönül fırtınalarına açık bir adamdı o.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Gizliliği olmayan, olduğu gibi görünen
- Açık sarı saçlı, zayıf bir kadın keman çalıyordu.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen
- Kurnaz olan bazı sergiciler gençler için açık filmler göstermek suretiyle fazla müşteri toplama gayreti içine girerlerdi.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Rengi koyu olmayan, koyu karşıtı
- İnsan, mağlubiyetini bu kadar açık kabul eder mi?
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Sevişme sahnelerini bütün çıplaklığıyla anlatan (kitap, resim, film vb.)
- Bütçe açığı.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Belirgin bir biçimde
- Ülkenin doktor açığı.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Bir gereksinimin karşılanamaması durumu
- Tren yolu nehrin açığından geçer.
-
[sıfat, zarf, isim, isim, isim]
Belli bir yerin biraz uzağı
- Limanda bilinen gemiler, oysa açıklardadır.
- [sıfat, zarf, isim, isim, isim] Denizin kıyıdan uzakça olan yeri