ağır

Dil: Türkçe

• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   Tartıda çok çeken; kilolu, sakil, hafif karşıtı
  • Ağır top.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   Çapı, boyutu büyük
  • Adam ağır adımlarla gelip masanın başına geçiyor.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   yavaş
  • Evin sofasına girer girmez kendisini ağır bir duman karşıladı.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   yoğun
  • Ağır kıyafeti ile muhite uymayan Canan'ın yanında, ne kadar rahat ve sadeydi.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   Çok az işiten (kulak)
  • Hiçbir yerden bir ses çıkmamış, kimse bir söz söylememişti. Yalnız Yumru kendi kendine taş yerinde ağırdır dedi.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   Gösterişi fazla olmayan, ciddi olan
  • Denizcilik tarihinin en ağır sorumluluklarından birini üzerine alıyordu.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   değerli
  • Sanki ağır bir yükün altından kurtuldum.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   çetin
  • Kızmıştım, Keziban'a söylenecek şöyle ağır bir söz arıyordum.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   Sıkıntı veren, bunaltan; sakil
  • Bu, on dokuz yaşında ufak tefek bir kızdı fakat otuz yaşındaki bir insandan daha ağırdı.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   Dokunaklı, kırıcı, insanın gücüne giden
  • Bu koku, en hafif rüzgârla burnu kuvvetli bir adama uzaktan kendini hissettirecek kadar ağırdır.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   ağırbaşlı
  • Ağaya pek duyurmak istemeyen ağır bir sesle kulağıma eğildi.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   Keskin, boğucu (koku)
  • Ağır bir yemek.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   kısık
  • Yıllarca ağırda güreşti.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   Davranışları yavaş olan
  • Cüneyt Bey sözlerini tartıyormuş gibi ağır söylüyordu.
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   Sindirimi güç (yiyecek)
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   ağır sıklet
• [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim, spor, zarf]   Yavaş bir biçimde