ağırlaşmak
Dil: Türkçe
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Ağır duruma gelmek
- Önceleri tüy gibi gelen herif, yol aldıkça bir ağırlaştı, bir ağırlaştı. Ben diyeyim beş ton, siz deyin on beş ton.
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Sıkıcı ve bunaltıcı bir durum almak
- Büsbütün ağırlaşmış bir hava içinde nerelerden geçtiğimizi artık fark etmiyorduk.
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Gökyüzü bulutlu, karanlık, iç karartıcı bir hâl almak
- Artık yavaş yavaş göçüyor, boyu kısalıyor, teni sararıyor, hareketleri ağırlaşıyordu.
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
yavaşlamak
- Bu et yarına kalırsa ağırlaşır.
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Yiyecek bozulmaya yüz tutmak
- Önündeki kâğıda bir iki satır yazdıktan sonra göz kapakları ağırlaşıyor, hiçbir şey düşünemez oluyordu.
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Organ görevini yapamaz duruma gelmek
- Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım.
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Göz kapakları kapanmak üzere olmak
- Haziran ayı başında Mevhibe’nin hamileliği ağırlaştı.
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Artan, çoğalan
- İşte bundan dolayı da gençliğin sorunları daha da ağırlaşıyor, büyüyor.
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Gebe kadının doğurması yaklaşmak
- Pek çok insan hastalıklarının başlangıcında komşuya, eczaneye, kırık çıkıkçıya, hocaya başvurmakta, olay önlenemez hâle gelip hasta ağırlaşınca hekime gelmektedir.
- [nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz] Ağırbaşlı hâle gelmek
- [nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz] güçleşmek
- [nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz] Hasta tehlikeli duruma gelmek