boş
Dil: Türkçe
-
[sıfat, isim, zarf, mecaz, isim, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, zarf, mecaz]
İçinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir şey bulunmayan; hali, tehi, tıngır, dolu (II) karşıtı
- Komşular bir şey anlamasın diye ateşte boş tencere kaynattığım zamanları bilirim, yine de babamın koskoca konağını terk etmemiştim.
-
[sıfat, isim, zarf, mecaz, isim, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, zarf, mecaz]
Kullanıldıktan sonra içinde bir şey kalmayan, kirli bardak, çanak vb. kap
- Tam bu sırada yanlarından elindeki tepside boşlarla ortalıkçı bir çocuk geçmektedir.
-
[sıfat, isim, zarf, mecaz, isim, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, zarf, mecaz]
Sürülüp ekilmemiş toprak
- Ben hiç hayatımda böyle yarım saat boş oturmadım…
-
[sıfat, isim, zarf, mecaz, isim, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, zarf, mecaz]
Herhangi bir iş yapmadan, çalışmadan
- Boş kadro.
-
[sıfat, isim, zarf, mecaz, isim, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, zarf, mecaz]
Görevlisi olmayan (iş, görev); münhal
- Bugün sabah boşum, gelebilirsin.
-
[sıfat, isim, zarf, mecaz, isim, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, zarf, mecaz]
Yapılacak iş olmama durumu
- Bütün bunlar güneşli ve rüzgârlı bir günün boş vaatleri miydi?
-
[sıfat, isim, zarf, mecaz, isim, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, zarf, mecaz]
Gerçeğe dayanmayan
- Daha meselesiz, daha cahil, daha boş, daha yakışıklıydılar.
-
[sıfat, isim, zarf, mecaz, isim, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, zarf, mecaz]
Herhangi bir bilgisi olmayan
- Yaşlı başlı insanlarız, dedi. Birbirimizi boş tesellilerle aldatacak değiliz.
-
[sıfat, isim, zarf, mecaz, isim, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, zarf, mecaz]
Bir işe yaramayan, yararı olmayan
- Tatar dilencinin küfürlerine işte böyle boş yakalandım.
- [sıfat, isim, zarf, mecaz, isim, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, zarf, mecaz] Habersiz, hazırlıksız bir biçimde