bulanık
Dil: Türkçe
-
[sıfat, mecaz, zarf]
Bulanmış olan, duru olmayan
- Koltuğuna oturdu, Haliç'in bulanık sularına daldı.
-
[sıfat, mecaz, zarf]
Kapalı, puslu olan (hava)
- Bulanık görüntü.
-
[sıfat, mecaz, zarf]
Açık seçik görünmeyen, net olmayan
- Dimdik oturuyor, bulanık ve ıslak gözlerle ona bakıyordu.
-
[sıfat, mecaz, zarf]
Donuk, anlamsız, fersiz olan (bakış)
- İzmir-Bursa yolculuğundan dönüşümde ben böyle bulanık bir politika havası içinde bulmuştum.
-
[sıfat, mecaz, zarf]
Niteliği tam anlaşılmayan; bulutlu
- Bir musluğu açtığınız zaman bile su, evvela bulanık gelir.
- [sıfat, mecaz, zarf] Bulanmış, duru olmayan bir biçimde