cılız
Dil: Türkçe
-
[sıfat, zarf]
sıska
- Hanın sahibi cılız bir adamdı.
-
[sıfat, zarf]
Gelişememiş, ufak kalmış (bitki, ağaç)
- Taşkın kovuklarda bitmiş cılız sarı çiçekleri koparıp ayaklarımın altından geçen suya atıyor, dalgın dalgın düşünüyordum.
-
[sıfat, zarf]
Parlaklığı az veya azalmış olan (ışık)
- Ambarda, tavana tutturulmuş cılız ışıklar, arada sönecekmiş gibi pırpırlanıyordu.
-
[sıfat, zarf]
ince
- Bir zamanlar asma köprünün bulunduğu yerde şimdi cılız bir halat vardı.
-
[sıfat, zarf]
Basit ve değersiz olan (şey)
- Mimaride cılız eserler vücuda geliyordu.
-
[sıfat, zarf]
Belli belirsiz bir biçimde
- Sesi öylesine cılız çıktı ki dudaklarının arasından sadece saf efendi onun söylediklerini duydu.