derin
Dil: Türkçe
-
[sıfat, mecaz, mecaz, isim]
Dibi yüzeyinden veya ağzından uzak olan
- Hatta gelirken otobüste dalmışım, rüyamda da yılanlarla dolu, derin bir kuyuya düştüm.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, isim]
Yüzeyden içeri inen
- Yüzlerindeki derin yara izleri bakanların üzerinde çok etkili oluyor ve korku uyandırıyordu.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, isim]
Kendi türünde çok gelişmiş, en ileri durumda olan
- Mevlâna gibi derin ve vectli bir insanın elinde ise belki en mütekâmil şeklini almış bulunuyordu.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, isim]
yoğun
- Henüz kapkaranlıktı dışarısı ve derin bir sessizlik içindeydi ev.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, isim]
Uzun süren
- Bir iki derin nefesten sonra teneffüsünün ritmi düzeldi.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, isim]
ayrıntılı
- Hangi limana varacağını bilmeyen gemiciye derin bir denizcilik bilgisinin faydası ne?
-
[sıfat, mecaz, mecaz, isim]
İçten gelen
- Bir yandan da bundan derin bir utanç duyuyorum.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, isim]
dip
- Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin / Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde