dolaşmak
Dil: Türkçe
-
[nesnesiz, -i, müzik, mecaz, mecaz]
gezinmek
- Bu yoldan giderseniz çok dolaşırsınız.
-
[nesnesiz, -i, müzik, mecaz, mecaz]
Doğru gitmeyip yolu uzatmak
- Dolaş da arka kapıdan gel.
-
[nesnesiz, -i, müzik, mecaz, mecaz]
Dönüp başka bir yönden gelmek
- Damarlarında aynı kan dolaşıyor.
-
[nesnesiz, -i, müzik, mecaz, mecaz]
Bir şey akmak
- Saçları taranmamaktan dolaşmış.
-
[nesnesiz, -i, müzik, mecaz, mecaz]
Saç, iplik vb. şeyler birbirine karışarak güç çözülür duruma gelmek; dolanmak
- Müzeleri dolaşmak.
-
[nesnesiz, -i, müzik, mecaz, mecaz]
Bir yeri belli bir amaçla gezmek
- Başında dolaşan bir tehlikeden bahsediyorum.
- [nesnesiz, -i, müzik, mecaz, mecaz] Denetlemek amacıyla bir yeri gezmek
- [nesnesiz, -i, müzik, mecaz, mecaz] Nefes, el bir şey üzerinde hafifçe hareket etmek
- [nesnesiz, -i, müzik, mecaz, mecaz] gezinmek
- [nesnesiz, -i, müzik, mecaz, mecaz] Çok kimse tarafından söylenmek
- [nesnesiz, -i, müzik, mecaz, mecaz] Kendini hissettirmek