gerçek
Dil: Türkçe
-
[isim, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, felsefe]
Yalan olmayan, doğru olan şey; çın, ciddi, hakikat
- Esasen bizim için millî varlık ile istiklal ve hürriyet aynı gerçeğin çeşitli cepheleridir.
-
[isim, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, felsefe]
gerçeklik
- Her hâlde o gün imparatorluğun ölümü apaçık bir gerçekti.
-
[isim, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, felsefe]
doğruluk
- Bu laflarda gerçek payı ne kadar çoksa duygu payı da ondan az değildir.
-
[isim, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, felsefe]
Yalan olmayan
- O yürekler acısı fukara kafile, yüzlerinden gerçek acı aka aka ölü arkadaşlarının namazını kıldılar.
-
[isim, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, felsefe]
Bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumunda olan, özbeöz, hakiki, reel
- Kâğıt paranın saymaca değeri varsa da gerçek değeri yoktur.
-
[isim, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, felsefe]
Aslına uygun nitelikler taşıyan, sahici
- Gerçek elmas. Gerçek hikâye.
-
[isim, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, felsefe]
Temel, başlıca, asıl
- Bir kişinin ahlaklı olması için, o benim dediğim gerçek ahlaka erişebilmesi için bir iç âlemi olmalıdır.
- [isim, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, felsefe] Doğadaki gibi olan, doğayı olduğu gibi yansıtan
- [isim, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, felsefe] Yapay olmayan
- [isim, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, sıfat, felsefe] Düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan