girmek
Dil: Türkçe
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
Dışarıdan içeriye geçmek; kaçmak
- Birlikte kiliseden içeri giriyoruz, ben topallıyorum.
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
sığmak
- Elim bu eldivene girmiyor.
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
katılmak (I)
- Bugün edebiyat imtihanına girdim.
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
Almak, fethetmek
- Ordularımız İstanbul'a girdiler.
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
İncelemek, ayrıntılara inmek
- Kaçırdım gene ipin ucunu, bir türlü konuya giremiyorum.
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
Girişmek, başlamak
- Koyunlara kelebek hastalığı girdi.
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
bulaşmak
- Şimdi git, at içinden sıkıntıyı. Denize gir. Yorul.
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
Su dolu bir yerin içine batmak veya dalmak
- İlkbahar girdi.
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
Zaman anlamlı kavramlar için gelmek
- Göğün morlaşan kenarı eriyor, menekşe rengine giriyordu.
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
Ağrı, sancı başlamak, saplanmak
- Yirmisine girdi.
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
Yeni bir duruma geçmek, dönüşmek
- Tuz genellikle her yemeğe girer.
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
İyice anlamak, iyice bilmek
- Okula girdi.
-
[-e, nesnesiz, mecaz, hukuk]
Kavgaya tutuşmak
- Komşu, tarlamıza beş metre girdi.
- [-e, nesnesiz, mecaz, hukuk] Erişmek, ulaşmak
- [-e, nesnesiz, mecaz, hukuk] Bir şeyin yapımında, birleşiminde yer almak
- [-e, nesnesiz, mecaz, hukuk] Yazılmak, başlamak
- [-e, nesnesiz, mecaz, hukuk] yüklenmek
- [-e, nesnesiz, mecaz, hukuk] Tecavüz etmek, bir yere geçmek