güzel
Dil: Türkçe
-
[sıfat, isim, isim, zarf, zarf]
Göze ve kulağa hoş gelen, hayranlık uyandıran, çirkin karşıtı
- Yalının en güzel odası bizimdi.
-
[sıfat, isim, isim, zarf, zarf]
İyi, hoş; mis (I)
- Güzel kız. Güzel çiçek.
-
[sıfat, isim, isim, zarf, zarf]
Beklenene uygun düşen ve başarı düşüncesi uyandıran
- Güzel şey canım, milletvekili olmak!
-
[sıfat, isim, isim, zarf, zarf]
Soyluluk ve ahlaki üstünlük düşüncesi uyandıran
- Buradan ayrılman için sana güzel bir fırsat sunuyorum.
-
[sıfat, isim, isim, zarf, zarf]
Görgü kurallarına uygun olan
- Turgut rolünün etkisinden henüz kendini kurtaramamış, Selim’in kollarında yatıyor, bu sırada güzel bir hareket oldu…
-
[sıfat, isim, isim, zarf, zarf]
Sakin, hoş (hava)
- Evet sadece ikimiz... Üstelik ne güzel bir yaz akşamı...
-
[sıfat, isim, isim, zarf, zarf]
Okşayıcı, aldatıcı, kandırıcı
- Sultan, bu misafirlere iltifat etti, hilatler giydirerek güzel vaatlerde bulundu.
-
[sıfat, isim, isim, zarf, zarf]
Pek iyi, doğru
- Dili önemsemen güzel ama dil öğrenme işini biraz hafife alman lazım.
-
[sıfat, isim, isim, zarf, zarf]
Hoş görünüşlü kız veya kadın
- Güzeller deniz kenarına geldikleri zaman âşıklar da kale burçlarına ve bedenlerine dolarlar.
-
[sıfat, isim, isim, zarf, zarf]
güzellik kraliçesi
- Türkiye güzeli Keriman Halis, Belçika’daki yarışmada dünya güzeli seçildi.
-
[sıfat, isim, isim, zarf, zarf]
Hoşa giden, beğenilen, iyi, doğru bir biçimde
- Arabayı koştururken boyunlarındaki ziller güzel şıngırdıyordu atların.
-
[sıfat, isim, isim, zarf, zarf]
Adamakıllı, şiddetli bir biçimde
- Karıkoca bu kuzu yüzünden güzel bir kavga ettiler.