hafif
Dil: Arapça ḫafīf
-
[sıfat, zarf]
Tartıda ağırlığı az gelen; yeğni, ağır karşıtı
- Mustafa Kemal meraklıdır; dükkânın içini görmek istiyor, giriyor, raflarda birtakım hafif eşya var.
-
[sıfat, zarf]
Güç veya yorucu olmayan, kolay olan
- Şöyle ne bileyim, kadınların yapabileceği işler arayın, hafif işler… Yoksa hademelik sizin gibi ince, hafif nahif kadınların kârı değil.
-
[sıfat, zarf]
Ağırbaşlı olmayan, ciddi olmayan, hoppa olan
- Bu eserde eski konak ve köşk hayatının hesapsız, bilgisiz ve hafif insanlar elinde nasıl ve niçin yıkıldığı hikâye edilmek istenmiştir.
-
[sıfat, zarf]
Miktarı az, sindirimi kolay (yiyecek)
- Onlar da akşam yemeğini pek hafif yerlerdi.
-
[sıfat, zarf]
Kalınlığı veya yoğunluğu az olan
- Dışarıda yanan lambanın aydınlığıyla burası hafif bir karanlık içindeydi.
-
[sıfat, zarf]
Etkisi az olan, sert karşıtı
- Hafif esen serin rüzgâr üşümesine neden olmuştu.
-
[sıfat, zarf]
Önemli olmayan
- Bu takdirde en hafif ceza dahi, o cezaya çarptırılmış olanı, en büyük bir cezaya maruz kalmış gibi incitir.
-
[sıfat, zarf]
Çok dik olmayan (sırt, yokuş)
- Hafif bir meyilden indik.
-
[sıfat, zarf]
Gücü az olan, belli belirsiz olan
- Yaprakların hafif iniltisi içinde, çalılıklar arasından geçerek denizaltının demir attığı koya doğru yaklaşıyoruz.
-
[sıfat, zarf]
Sıkıntısız, ferah, rahat olarak
- Kendimi bugün çok hafif hissediyorum.