kaynamak
Dil: Türkçe
-
[nesnesiz, mecaz, argo]
Bir sıvı, sıcaklığı belli bir dereceyi bulduğunda buhar durumuna geçerek fokurdamak
- Su, 100 °C'de kaynar.
-
[nesnesiz, mecaz, argo]
Yiyecek, içecek fokurdayacak derecedeki suda pişmek, haşlanmak
- Doktorun sade kaynamış kahvesini söylemesini bekledi ve garson gider gitmez konuştu.
-
[nesnesiz, mecaz, argo]
Yerden çıkmak
- Şıra kaynamış.
-
[nesnesiz, mecaz, argo]
Kırık, çatlak kemik veya metal parçalar eski durumunu almak, birbirine yapışmak
- Deniz kaynıyor.
-
[nesnesiz, mecaz, argo]
Yara kapanmak, iyileşmek
- Gölün kuzey kıyısında iki mil kadar yürüdükten sonra suda bir açıklığa geldik, burası tam anlamıyla av kuşu kaynıyordu.
- [nesnesiz, mecaz, argo] Mayalı bir şey kabarıp köpürmek
-
[nesnesiz, mecaz, argo]
Mide ekşimek
- Burada bir iş kaynıyor.
-
[nesnesiz, mecaz, argo]
Çalkantı durumunda olmak, dalgalanmak
- Lafa daldık, ders kaynadı.
-
[nesnesiz, mecaz, argo]
Çok miktarda bulunmak
- Gittikçe kaynayıp kabaran bir hiddet, taşmak raddesine gelmiş kelimelerle dudaklarına kadar çıkıp titriyordu.
-
[nesnesiz, mecaz, argo]
Gizli bir iş çevirmek, için için hazırlanmak
- Değerli bir çalışma kaynadı gibi geliyor bana.
- [nesnesiz, mecaz, argo] Gerektiği gibi yapılamamak
- [nesnesiz, mecaz, argo] Artmak, çoğalmak, yoğunlaşmak
- [nesnesiz, mecaz, argo] Coşmak, heyecanlanmak
- [nesnesiz, mecaz, argo] Bir yerde huzursuzluk, tedirginlik olmak
- [nesnesiz, mecaz, argo] Arada kaybolmak