kıvırmak
Dil: Türkçe
-
[-i, -e, nesnesiz, nesnesiz, mecaz, argo]
Herhangi bir şeyi bükmek
- Fino, beni görünce kuyruğunu kıvırıp düşmanca havlaya havlaya beyaz dişlerini gösterdi.
-
[-i, -e, nesnesiz, nesnesiz, mecaz, argo]
Kenarından katlamak
- Gene yalanları kıvırdı.
-
[-i, -e, nesnesiz, nesnesiz, mecaz, argo]
Bir giysinin veya kumaşın kenarını bükerek tersinden dikmek
- Arabayı birdenbire sağa kıvırdı.
-
[-i, -e, nesnesiz, nesnesiz, mecaz, argo]
Kalçalarını iki yana sallayarak oynamak veya yürümek
- Hâlbuki Nahit onu odasına çekip de baş başa prova yaptığı zamanlarda pekâlâ kıvıracağa benziyordu.
-
[-i, -e, nesnesiz, nesnesiz, mecaz, argo]
Uydurup söylemek
- Peki bu kız, zarar ziyan hesabının federasyona üç misli gösterilip Zühtü'nün düğün parasını kıvırdığını bilmez mi?
- [-i, -e, nesnesiz, nesnesiz, mecaz, argo] Saptırmak, çevirmek
- [-i, -e, nesnesiz, nesnesiz, mecaz, argo] Yapmak istememek, yan çizmek
- [-i, -e, nesnesiz, nesnesiz, mecaz, argo] Başarmak, başa çıkmak, becermek, hakkından gelmek
- [-i, -e, nesnesiz, nesnesiz, mecaz, argo] dolandırmak