kuru
Dil: Türkçe
-
[sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim]
Suyu, nemi olmayan, yaş ve nemli karşıtı
- Yanakları kuruydu fakat gözleri tamamıyla siyah yaştı.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim]
Yağış almayan veya üzerinde bitki olmayan (yer)
- Kuru çöl. Kuru tepeler.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim]
Daha sonra kullanılmak için kurutulmuş, taze ve yeşil karşıtı
- Evlerin önlerine kuru meşe dallarıyla örtülü çardaklar yapmışlar.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim]
Canlılığını yitirmiş (bitki)
- Çiçek açmaz kuru bir ağaç, ötmeyi unutmuş bir kuş mu oldum?
-
[sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim]
Salgısı olmayan
- Kuru öksürük. Kuru egzama.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim]
Döşenmemiş, çıplak
- Salih Reis, dört kuru duvardan ibaret fukara kapısından gördüğü mavi denize baka baka ölmek istiyordu.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim]
Katıksız, yanında başka şey olmayan (yiyecek)
- Kuru çayla karın doyar mı?
-
[sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim]
Etkisi ve sonucu olmayan
- Şahsına topluluğun isteğini emanet edenler boş bir riya, kuru bir şeref olsun diye laf etmediler.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim]
sıska
- Kuru, zevksiz bir hayat.
-
[sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim]
Heyecanı, tadı olmayan, tekdüze
- Kuru bir anlatım.
- [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim] Akıcı olmayan, duygudan yoksun
- [sıfat, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz, isim] kuru fasulye