parlamak
Dil: Türkçe
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
parıldamak
- O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak / O benimdir, o benim milletimindir ancak
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Bir ışık kaynağından gelen ışınları yansıtmak; delepmek
- Ayna parlıyor.
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Tutuşup alev çıkarmak
- Pof diye gaz parladı ve zaten seyrek olan kirpiklerimi ütüledi.
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Mevkisi yükselmek
- Nüfuzlu akrabasından yardım ve kendi mizaçgirliği sayesinde bir iki senede parlamış, büyük bir hariciye memuru olmuş.
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Ün, san kazanmak, herkesçe tanınmak, meşhur olmak
- Kendini nasıl müdafaa edebilip yâr ve ağyar nazarında parlayacak?
-
[nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz]
Birdenbire öfkelenmek
- Feride'nin yüzünde bir çocuk sevinci parladı.
- [nesnesiz, mecaz, mecaz, mecaz, mecaz] Ortaya çıkmak