sarmak
Dil: Türkçe
-
[-i, -e, -i, mecaz, mecaz]
Çevresini çevirmek, çepeçevre dolanmak
- Gece, ahenk içinde divanımı/ Şenlendirse pırıl pırıl rakkaseler / Gece, gece, her yanımı / Sarsa güller, laleler, menekşeler
-
[-i, -e, -i, mecaz, mecaz]
kuşatmak
- Kültür düşüklüğündeki çöküş, yaygın bir hastalık gibi sarar toplumu.
-
[-i, -e, -i, mecaz, mecaz]
Dolayında yer almak
- Ah işte tövbe ettik bütün suçlarımızdan / Bir gaflet perdesiydi gözlerimizi saran
-
[-i, -e, -i, mecaz, mecaz]
kaplamak
- İpliği sarmak.
-
[-i, -e, -i, mecaz, mecaz]
Bir şeyi üzerine başka bir şey koyarak kaplamak
- Dolma sarıyorum diye yaprağı parmağıma doladım.
-
[-i, -e, -i, mecaz, mecaz]
kucaklamak
- Asma çardağı sardı.
-
[-i, -e, -i, mecaz, mecaz]
Yumak yapmak
- Kitabı kâğıda sarmak.
-
[-i, -e, -i, mecaz, mecaz]
Şerit, ip vb.ni başka bir şeyin üzerine dolamak
- Faik Efendi biliyordu ki saracaklar hem de fena saracaklar.
-
[-i, -e, -i, mecaz, mecaz]
Kâğıt veya bir bitki yaprağıyla dürmek
- Evdekilerin hepsi bana sarıyor.
-
[-i, -e, -i, mecaz, mecaz]
Sarılıp tırmanmak
- Bu canlılık, insanı on yıl önce görmüş olduğum muhteşem yazdan daha başka türlü sarıyordu.
- [-i, -e, -i, mecaz, mecaz] Bir şeyi başka bir şeyin içine koyup onunla kaplamak
- [-i, -e, -i, mecaz, mecaz] Taşıt tırmanmak, yükseğe doğru çıkmak
- [-i, -e, -i, mecaz, mecaz] Saldırmak, hücum etmek
- [-i, -e, -i, mecaz, mecaz] Bir görev veya işin yerine getirilmesini başkasına yüklemek
- [-i, -e, -i, mecaz, mecaz] Sözle saldırmak; tedirgin etmek
- [-i, -e, -i, mecaz, mecaz] Hoşuna gitmek, zevkini okşamak