taze
Dil: Farsça tāze
-
[sıfat, mecaz, isim, mecaz]
Bozulmamış, bayatlamamış olan
- Beyaz peyniri, ekmeğin taze kabuğuna sarıp ağzıma sokuyorum.
-
[sıfat, mecaz, isim, mecaz]
Dinç, yıpranmamış, yorulmamış
- Yüzü taze, taravetli ve güzeldi.
-
[sıfat, mecaz, isim, mecaz]
Kuru olmayan; kuru karşıtı
- Ağaçların taze yaprakları akşamın serinliğini emiyormuş gibi duruyordu.
-
[sıfat, mecaz, isim, mecaz]
körpe
- Orada okuduğum en taze havadis yirmi beş, otuz günlüktü.
-
[sıfat, mecaz, isim, mecaz]
Yeni, zamanı geçmemiş
- Şu köşede çocuğuyla beraber bir taze oturuyor.
- [sıfat, mecaz, isim, mecaz] Genç kadın