tutuk
Dil: Türkçe
-
[sıfat, hukuk, mecaz]
Akıcı, rahat konuşamayan
- Önce benim sonra kardeşimin elini avuçlarının arasına alıp tutuk ama heyecansız bir sesle yakında yeniden evleneceğini söyledi.
-
[sıfat, hukuk, mecaz]
Eski işlevini göremez duruma gelmiş
- Ne var ki banyo kapısının sürgüsü tutuk, kilidi de kırık olduğundan, kolu indirerek dışarı çıkmayı başarmıştı her seferinde.
-
[sıfat, hukuk, mecaz]
Olması gereken gibi olmayan
- Millî takım bugünlerde tutuk.
-
[sıfat, hukuk, mecaz]
Tutulmuş
- Geçen gün beni dövdüler. Boynum, omuzlarım hâlâ tutuk.
-
[sıfat, hukuk, mecaz]
Kısılmış, kesik
- Ağır ağır ve tahtalar arasında boğulan tutuk akislerle yükseliyordu.
-
[sıfat, hukuk, mecaz]
tutuklu
- Bu tutuk hava içinde saat ona doğru Meclisin zili uzun uzun çaldı.
-
[sıfat, hukuk, mecaz]
Kapalı, tıkalı olan
- Bu babadan geçme derviş huyum, hoşgörüm yüzünden tutuk oluşumu anlamıyorlar.
- [sıfat, hukuk, mecaz] Sıkıntılı olan
- [sıfat, hukuk, mecaz] Durgun, çekingen, sıkılgan olan