üst
Dil: Türkçe
-
[isim, sıfat, sıfat]
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı; üzeri, fevk, alt karşıtı
- Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor.
-
[isim, sıfat, sıfat]
Bir şeyin görülen yanı, yüzü
- Bu sefer taşın üstünden inip yere oturdu.
-
[isim, sıfat, sıfat]
Bir şeyin dış yüzü; üzeri
- O günden sonra kapıya diktiği bir bekçiye iş çıkışları işçilerin üstlerini arattı.
-
[isim, sıfat, sıfat]
giysi
- Sonunda, üstlerinin de onayıyla bir sınav yapmaya karar verdi.
-
[isim, sıfat, sıfat]
Birine göre yüksek aşamada olan kimse; mafevk
- Üstüne şal al, öyle git.
-
[isim, sıfat, sıfat]
Vücudun beden bölümü
- Bir liranın üstü olarak uşağın getirdiği yetmiş beş kuruşu masanın üstünden kaldırmaz.
-
[isim, sıfat, sıfat]
Artan, geriye kalan bölüm
- Kadınların beni böyle göz hapsine almaları yüzünden üst düğmelerimi gevşetemiyordum.
-
[isim, sıfat, sıfat]
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan
- Üst makam. Üst rütbedekiler.
- [isim, sıfat, sıfat] Sınıflamalarda temel olarak alınan bir tipe göre ileri derecede olan