yemek
Dil: Türkçe
-
[-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo]
Ağızda çiğneyerek yutmak
- Adam o kadar çabuk yiyor ki hizmetçi ekmek yetiştiremiyor.
-
[-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo]
kemirmek
- Neclâ onun böyle kendinden geçercesine çalıştığını gördükçe üzüntüden tırnaklarını yiyor.
-
[-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo]
ısırmak
- Sivrisinekler çocuğun kollarını yemiş.
-
[-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo]
dalamak
- Kendini topladı ama fena yerinden gagayı yedi sanırım...
-
[-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo]
Hoşa gitmeyen kötü bir duruma uğramak, tutulmak
- Haram yemek. Rüşvet yemek.
-
[-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo]
Hakkı olmayan ve kendisine yasak edilmiş bulunan bir şeyi kabul etmek
- Mirası sen yedin, zahmeti ben çekiyorum diye latife ediyordu.
-
[-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo]
Harcayıp bitirmek
- Bu adam benim yüz bin liramı yedi.
-
[-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo]
Yasal yoldan cezalandırılmak
- Dalkavuklar çok parasını yemişler.
-
[-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo]
Birine alacağını vermemek, ödememek
- Yapımına başlanan bu yapı günde 5 ton çimento yiyor.
-
[-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo]
Başkasının parasını harcamak
- Bu dert beni yiyor.
-
[-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo]
kullanılmak
- Bizi yemek, sana mı kaldı.
- [-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo] Sürekli üzmek, tedirgin etmek
- [-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo] Gücünü kırmak, perişan etmek, mahvetmek
- [-i, nesnesiz, mecaz, argo, argo] kandırmak