yetişmek
Dil: Türkçe
-
[-e, nesnesiz, -de, mecaz]
Ulaşmak, ermek, varmak, vasıl olmak
- Gâvur Ali kahvedeki cemaate hiçbir şey söylemeden küçük çobanla uzaklaştı, bir nefeste ağıla yetişti.
-
[-e, nesnesiz, -de, mecaz]
Vaktinde tamam olmak, bitmek, hazırlanmak, hazır olmak
- Bu giysi yarına yetişmeli.
-
[-e, nesnesiz, -de, mecaz]
Vaktinde varmak, vaktinde bulunmak
- Öteki tünelle gelseler de vapura yetişeceklerini bilirlerdi.
-
[-e, nesnesiz, -de, mecaz]
Bir işe başlamış olanlara veya gidenlere sonradan katılmak
- Kadınlar, derme çatma ayakkabılarıyla onlara zor yetişebiliyorlardı.
-
[-e, nesnesiz, -de, mecaz]
Değmek, uzanıp dokunabilmek
- Ben o dala yetişemem. Bu ip kuyunun dibine yetişmez.
-
[-e, nesnesiz, -de, mecaz]
Vakit bulmak, yapabilmek
- Ben bu kadar işe yetişemem.
-
[-e, nesnesiz, -de, mecaz]
Yetmek, yeter olmak, kâfi gelmek
- Bu kadar nezaket ve iltifat yetişmez miydi?
-
[-e, nesnesiz, -de, mecaz]
Bir zamanda yaşamış olmak, bir zamanı veya kimseyi görmüş olmak
- Bol zamanıma yetişti de ben onu böyle şımarık büyüttüm.
-
[-e, nesnesiz, -de, mecaz]
Gelişip büyümek
- Şu Marmara kıyılarında o sene bol meyve yetişmişti.
-
[-e, nesnesiz, -de, mecaz]
Eğitim görmüş olmak, öğrenmek, gelişmek
- Akşam gazetesi, yurt aydınlarıyla konuşarak bizde niçin yazar yetişmediğinin sebeplerini araştırdı.
-
[-e, nesnesiz, -de, mecaz]
İş görebilecek yaşa gelmek, büyümek
- Tam o sırada talih imdadıma yetişti.
- [-e, nesnesiz, -de, mecaz] Yardım etmek, yardımına koşmak
- [-e, nesnesiz, -de, mecaz] Ortaya çıkmak