yüksek
Dil: Türkçe
-
[sıfat, isim, mecaz, mecaz]
Altı ile üstü arasındaki uzaklık çok olan, alçak karşıtı
- Mekik dokuduğu yüksek bez tezgâhından kalktı.
-
[sıfat, isim, mecaz, mecaz]
Belirli bir yere göre daha yukarıda bulunan; ali, mürtefi
- Yüksek basınç. Yüksek gerilim.
-
[sıfat, isim, mecaz, mecaz]
Güçlü, şiddetli olan
- Gönlünün matemiyle mağrur olan kimseye / Cihanın acep hangi sevinci yüksek gelir?
-
[sıfat, isim, mecaz, mecaz]
Etkili olan
- Yüksek kurul.
-
[sıfat, isim, mecaz, mecaz]
Derece veya makamı bakımından üstün
- Türk milletinin karakteri yüksektir.
-
[sıfat, isim, mecaz, mecaz]
Normal değerlerin üstünde olan
- Yüksekten avluya açılmış iki pencereden aydınlık alıyordu.
-
[sıfat, isim, mecaz, mecaz]
Yukarıda, üst tarafta olan yer
- Vatana gözyaşı döktünse eğer / Varlığın bu yüksek gururu anlar
-
[sıfat, isim, mecaz, mecaz]
erdemli
- Yüksek sosyete.
- [sıfat, isim, mecaz, mecaz] Toplum içinde para, ün vb. bakımından üstünlüğü olan